18 Aralık 2009 Cuma

Kara Yağmur 2. bölüm

| |


* * *

Şimdi artık ne anılar var ve ne de göz yaşları. Şimdi artık anılar da yok göz yaşları da. Demek ki sen hiç yoktun ve hiç de var olmadın. Ben hikayemde bu kısmı görmemiştim. Ben hikayenin bu kısmını daha evvel seyretmemiştim. Bu bölüm bana ne kadar yabancı. Anılar da yok göz yaşları da. Hiç yaşanmamış anıları yaratarak arkasından sürüklenen de ben değilim. Oysa fazla değil, bir kaç saniye evveline; gözlerini gözlerime dikerek öyle boş, öyle umarsız, öyle yabancı ve öyle acımasız bakmazdan evvel sen, yeter artık, demezden evvel sen, zannediyordum ki her şey yerli yerinde. Bu kısmı daha evvel görmemiştim. Demek ki sen yoksun. Demek ki sen hiç var olmadın. Bunu neden şimdi farkediyorum? Tersinden mi yakalıyorum bütün tekamülatı? Bu defa mesele kendi varlığını filan değil, senin varlığın. Tamamını vehmettiğim senin varlığın. Demek ki sen yoksun. Hatta hatta, evet, sen galiba hiç var olmadın. Ne garip ve anlamak ne kadar zor. Oysa bir kaç saniye evveline kadar zannediyordum ki, bütün o karanlık ve rutubetli koridorların sonunda sen varsın. Zannediyordum ki bir yerlerde esmer tenli kalfalar seni ortalarına alıyorlar, tenini misk ü amber kokularıyla ovuyorlar, saçlarını fil dişi taraklarla tarıyorlar, seni gümüş musluklu mermer hamamların mor sularında yıkıyorlar. Teninin her zerresini muhteşem gecelere hazırlıyorlar. Vehim filan değildi. Buna inanıyordum. Dahası görüyor ve duyuyordum. Kalfalar, zannediyordum, saçının her telinde yaraşmanın büyüsünü yaratıyorlar. Yolların, hümayun gecelere açılıyor ama ruhun kapanıyor. Ve ben zannediyordum ki bir başka köşede, bir başka kırık ney sesi senin için ağlıyor. Ben sana ağlıyorum. O sana ağlıyor. Sen ona ve bana ağlıyorsun. Fakat neticede hep var olan güzel bir şey için ağlıyoruz. Gözlerin gözlerime böyle umarsız ve böyle soğuk ve böyle yabancı açılmazdan evvel bütün bunların var olduğunu zannediyordum. Bütün bu duvarlar canlıydılar. Hep bana bir şeyler anlattılar. Şu tezgahın üzerinde günde üç öğün yemeğiniz yer alırdı. Şuradaki çinili ocakta sizi ısıtan ateş kilitliydi. Şurada şarkılar söylüyor, şurada özlüyor, şurada bir kuş olup sılaya uçmayı diliyor, şurada kıskanıyor ve şurada ağlıyordunuz. Şurada Sadullah Ağa, Mihriban’ı seviyordu. Kimdim ben? Belki Sadullah’ın sesindeki hicran yarası, boynundaki ilmik. Kim bilir belki de elindeki ney ile kendisini müdafaaya çalışan bir Selim. Belki anahtar deliklerine kadar kurşun dökülerek hücreye dönüştürülen dairesinde, daire ne, odasında, sabahlara kadar feryad ederek harem halkım bîzar eden bir ibrahim. Belki onun katli için hücreye dalan dilsiz ve sağırlardan biri de bendim. Ne ise, ama bir bütündüm. Çünkü senin var olduğunu zannediyordum. Belki bir havuzun mermerine çarparak güzelim sağ şakağı yaralanan da bendim. Artık bilmiyorum, artık ayıramıyorum. Fakat bütün bu duvarlar vardılar, benimdiler ve benimle konuştular. Bana çok şeyler anlattılar. Zamanlara mekanlara ve kişiliklere yayıldım. Şimdi artık bütün bunlar yok, biliyorum. Belki de hiç var olmadılar. Biz seninle birbirimizi çılgın bir ateş ve kan deryasının ortasında görmedik. Kendimizce sevmedik. Aşkı, acıyı, sadakati, ahde vefayı ve vefasızlığı hiç tatmadık. Şu gözlerin, şu kocaman ve boş gözler, bütün bunları bir anda hem de hiçbir gayret sarfetmeksizin nasıl da haykırdı? O gözlerde istiğna var, yalan bile değil. Yeter, diyen gözlerin, bırak arkamızı, diyen gözlerin. Ben ki senin ardından asırlarca gelmedim mi? Seninle şu eyvanın önünde ruhlarımız kendince sevgilerle defalarca kucaklaşmadı mı? Bütün bunların var olduğuna nasıl da inanmıştım. Oysa demek yoktular. Bir zamanlar dahi yokmuştular. Akşam inmeye döndü. Ilık bir rüzgar, ince bir yağmur. Temmuz sıcağı hafifledi. Uzaklardan bekçilerin düdükleri. Müzenin, evet şimdi müze, boşaltılması gerek. Islanmaya hakkım kalmadı. Kendimi ortaya koymak için sebebim de kalmadı. Şimdi eve, o tahta karyolaya dönecek ve ilk iş olarak bütün o asırlık hikayeleri yakacağım. Bir gün gelir de bir daha kendimi ortaya koyma arzusunu duyarsam eğer, ortaya koyacak hiçbir şeyim kalmamış olduğunu farketmem için bu. Seni bütün zavallılığın, çıplaklığın ve yalnızlığınla farkettim. Yetmeli, doğru, istesem de gelemem artık. Çünkü sende beni bana iade edecek, beni bir araya getirecek kaabiliyet yok. Sen o değilsin ve hiç var olmadın. Hayret, demek bir yerlerde akşamlar kurşunî renkli kubbelere inmiyor artık. Bir yerlerde buz grisi akşamlara ramazan rüyaları sinmiyor. Hepsi yüzünü Bab-ı Hümayun’a dönmüş ifrit yuvası Yeniçeriler mahşerî bir uğultuyla dalgalanmıyorlar. Palaları parıldamıyor. Murad-ı salis, Sepetçi köşküne inmiyor, bîmarım ey ecel bu gece bekle şarkısını hanende ve sazendelerden istemiyor. Donanmanın selam toplarından, köşkün camları kırılmıyor ve Hünkar, gözleri dolarak ölümün nefesini ense kökünde hissetmiyor. Filhakika bir kaç gün sonra ölmüyor. Bütün bunlar, bütün bunlara benzer bir sürü hayat, topyekün ve yekpare yaşanmıyor. Bütün bunlara takılıp, aralarında kaybolmuyorum. Ne feci kader, güne kalmış tek ve son örnek. Hepsinin sorumluluğunu ben üstlenmiyorum, hepsinin hesabım ben tutmuyorum. Aralarında boğulmuyorum. Aralarında gözlerim, kulaklarım ve dillerim tutulmuyor. Çıldırmak üzere olan artık ben değilim. Zavallı odamdan dışarı fırlayarak, geceler boyu bağırmak, geceler boyu haykırmak, camlan bu defa ben aşağı almak istemiyorum. Sepetçi köşkünün yıkıntıları benim omuzlarımda değil. Denizlere, yüzmesini bilmediğim denizlere dalmak istemiyorum artık. Keşke istiğna olsaydı. Keşke rakîbi araya soksaydın, alışıktım. Vefasızlığından yakınsaydım. Sana bir bütün geçmişi hatırlatmaya çalışsaydım. O zaman, hiç olmazsa, varlık tehlikeye düşmezdi. Hanım sultanın karşısında birlikte diz çökseydik keşke. Hangi kafeslerden, hangi kapıların arkalarından verildiği belli olmayan meş’um emirler gelseydi üzerimize. Bütün teşrifatı birlikte alt üst etseydik. Birlikte ürperseydik. Bu zamansız, bu mekânsız, bu karmakarışık, bu saçma sapan hikayeyi, bu bir türlü mana toplayamayan romanı birlikte tekrarlasaydık. Yağmur başladı hiç olmamış sevgilim. Görüyor musun bir yerlerden bilmem ama bu hikayenin sonu gelmeli artık. Yağmur başladı. Bütün o taşlar, taşlıklar, duvarlar, kuleler, kubbeler, dolaplar, hamamlar ve hücreler, aydınlığım içimin yangınından ve ezikliğinden alarak yağlı bir kara ile tutuşmuş kandiller, yağmurun altında sırılsıklam. Hepsi bir zamanlar üzerlerinde katledilmiş ruhları ve bedenleri, hepsi üzerlerinde bir zamanlar gezinmiş güvercin ayakları ve onlara tapınanları, hepsi bütün iliklerine kadar sıçramış aşk, kan ve göz yaşlarım kustular. Hepsi sağ şakağından yaralı, hepsinin boynundan kan damlıyor. Hepsi dilsiz, kör ve sağır. Hepsinin ipi cellat elinde. Söylemek istediğim onca söz, anlatmak istediğim onca şey, toplamak ve birleştirmek istediğim bir bütün varlık artık içime sığmıyor. Onu artık taşımak imkansıza dönüştü. Bütün o kubbeler, o kuleler, o dehliz ve dolaplar, o hamam ve taşlar ve taşlıklar yağmur altında yaralı. Bana fısıldayacakları ne kaldı? Kimdiler ve neredeydiler? Nerelerde unutulmuştuk? Nerelerden toplayamadılar bizi? Yağmur yaralı. Güller vuruldu. Bu hikayenin artık sonu gelmeli hiç olmamış sevgilim

2 yorum:

  1. yıllar önce doğum günümde kendime hediye olarak aldıgım kıtap,Nun Masalları. içine de not yazmıştım: hayatında hep güzel masallar olsun diye..ogün bugündür ayrıdır bende nun'un yeri... ismini ve yazıları çok begendıgım bir blog,yeni gördüm ve iyi ki gördüm..

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails

İzleyiciler

 
 

Diseñado por: Compartidísimo
Con imágenes de: Scrappingmar©

 
Ir Arriba